Haftaya Bakış (278): Komisyon nihayet kuruldu | Toplumsal muhalefetin durumu

01.08.2025 medyascope.tv

1 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Haftaya Bakış’ta karşınızdayız ve Kemal Can'la yine haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.

Ruşen Çakır: Gündemdeki en önemli olay, yeni çözüm süreciyle ilgili olarak Mecliste kurulacak komisyon ve komisyonun haftaya toplanacak olması. Komisyona geniş yer veririz ama onun öncesinde, bu grev ve grevin ertelenmesi meselesini bir konuşalım. TÜRK-İŞ Başkanı Külliye’ye gitti biliyorsun. Ama Erdoğan kabul etmemiş, Yardımcısı Cevdet Yılmaz'ı yönlendirmiş. TÜRK-İŞ, bayağı iddialı bir şekilde üretimden gelen gücünü kullanmak, genel grev gibi laflar telaffuz ederken şu anda hiçbir şey yapmıyor. Esas, ekonomi üzerinden yaşanması beklenen ya da birilerinin umduğu toplumsal muhalefet gösterisi en azından şu aşamada olmayacak. Zaten TÜRK-İŞ bunu söylediği zaman çok kişi inanmamıştı. Ben de inanmamıştım ve şaşırtıcı da değil. Zaten devlet de hemen yasak getiriyor, Burada DİSK’in de daha önce birtakım şeyleri oldu. DİSK’in zaten gücü zaten çok sınırlı. Yani oradan bir şey çıkmayacağı iyice netleşiyor. O zaman nasıl bir şey olacak? CHP'nin, kalkıp çalışanların ücret talebini sokağa taşıyabilecek hâli yok. İnsanlar bunları çözmesi için sendika içinde örgütleniyorlar. Sendikalar bunu yapmıyor. O zaman ne olacak? Bu konu gündeme gelmeyecek herhalde ya da buradan bir toplumsal muhalefet çıkmayacak. Ne dersin?
Kemal Can: Evet. Bu durumun birtakım yapısal sebepleri var. Bir de fiili yasaklar, son 25 yılın iktidar performansı, daha önce 12 Eylül'ün yasaları, hatta Özal döneminden başlayan bu emek örgütlenmesi konusundaki kısıtlamaların hepsi bir araya gelince, zaten yapısal olarak var olan sorunlar daha da büyüdü. Bu hem siyaseti sakatlıyor hem de toplumsal alanı bir tür eylemsizlik ya da hareketsizlik hâline itiyor. Yani seçimden seçime motive olan bir siyaset tasarımı ortaya çıkıyor. Ya da siyasi partiler, aynı zamanda sivil toplum örgütü, aynı zamanda meslek örgütü, aynı zamanda sınıf örgütü olmak zorunda gibi davranıyorlar yahut da öyle rollere soyunuyorlar. Mesela biliyoruz, pek çok dava yaşıyoruz. Çoğu siyasi olan davalar. Bu davaların çoğunda, sivil toplum örgütleri yeterince etkili olamadığı için, yine siyasi parti temsilcilerinin varlığıyla orada ya bir kamuoyu oluşuyor ya yargı ya da yönetim üzerinde baskı oluşturulmaya çalışılıyor. Yani hep böyle bir tarafı eksik, dengesi bozuk bir toplumsal alan söz konusu. Çünkü toplumsal alan dediğimiz şey, toplumsal muhalefet dediğimiz şey, elbette ki siyasi araçları kullanarak, kurumsal siyasetin aktörlerini harekete geçirerek kendini ifade eder, sonuç almaya çalışır. Ama bunun dışında birtakım yapıların da olması gerekiyor. Örgütlenmenin olması gerekiyor. Birtakım reflekslerin gelişiyor olması gerekiyor. Türkiye'de bir süredir medyanın da ciddi bir tahribat altında olmasıyla birlikte, kavuşacak yapılar iyice bozuldu, ama bu kamuoyunu harekete geçirecek örgütlenme de yok. Zaten yoktu, zaten genel olarak bir örgütlenme zafiyeti yaşayan bir ülke burası. Bir de fiili ve resmi yasaklarla her türlü örgütlenme son derece zor hâle geldi. Artık sendikalaşma oranlarının daha önceki yıllara göre ciddi biçimde gerilemiş olması bir yana, aynı zamanda sendikaların fonksiyonları ile ilgili ciddi bir tartışma var. Çünkü senin biraz önce özetlediğin gibi, konfederasyon başkanları, en büyük konfederasyonun başkanı, diğer kamu görevlileri gibi, Külliye’yi kırmamak önceliğiyle davranan, kendi üyeleri ve kendi savunması gereken çıkarlar dışında, yönetimle ve özellikle bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte doğrudan Başkanla işi götüren bir organa dönüşmüş durumda. Hatırlarsan, daha önce zam oranları, asgari ücret miktarları, neredeyse Erdoğan'ın, tabir yerindeyse racon kestiği, son rakama iki puan ekleyerek bizzat açıkladığı mizansenlere çevrilmişti. Bu, aslında sendikal örgütlenmeyi ve sendikal örgütlenmenin iktidarla ve sermayeyle ilişki kurma biçimini zehirleyen ve işlevsizleştiren bir şey. Şimdi böyle bir yapı elbette ki siyasi alanı da kötü etkiliyor.
Senelerdir hep konuşuyoruz. Neredeyse 2018'den itibaren kriz konjonktüründen bahsediliyor, ciddi bir enflasyon baskısı altında. Şimşek programıyla ciddi biçimde gelir kaybına uğramış dar gelirli kesimler, ciddi biçimde daralmış, sıkıntıda. Kimileri çok önemsedikleri orta sınıfın tamamen yok olduğunu söylüyor. Çalışanlar büyük bir yük altında, bütün ekonomik programın yükünü taşıyorlar, ama buna karşılık onları rahatlatacak hiçbir önlem gündeme gelmiyor, hatta tartışmaya bile açılmıyor. Bütün bunlar bir araya geldiğinde, senelerdir ‘’boş tencere iktidar devirir, artık dayanacak gücü kalmadı. Millet aç, yıkacak bu iktidarı’’ hikâyesini dinliyoruz. O ekonomik sıkıntının doğrudan bir siyasi sonuç üreteceğini, bunun bir otomatik ilişki olduğunu iddia eden tezler ortaya atılıyor. Beş altı senedir bu tezlerin gerçeğe dönüşmediğini gördük. Çünkü bunu gerçeğe dönüştürecek mekanizmalar işlemiyor. Mesela bahse konu sendikalar olduğu için ondan yürüyebiliriz. Bu baskıyı, bu sıkıntıyı, bu rahatsızlığı, iktidar üzerinde bir baskıya, sermaye üzerinde bir baskıya dönüştürme gücüne sahip sendikal bir hareketlilik yok. Ya örgütler zayıf, bu örgütlenme gücüne sahip değil ya da zaten buna niyeti olmayan üst yönetimleri tarafından senelerdir yönetilen ve böyle kontrol edilen yapılar söz konusu. Öyle olunca da bu toplumsal rahatsızlık, her türlü toplumsal rahatsızlık olduğu gibi, çok açık ekonomik problemler bile beklendiği gibi bir siyasi sonuca ilerlemiyor. Bunun boşluğunu doldurmak için siyasi partilerin yaptıkları şey ise vaatler. Yani ‘’bizi kazandırın, biz sizin sorunuzu çözelim’’ noktasından ileriye gidemiyor.
Ama seçim olup, bir seçim kazanıldıktan sonra olacakları beklemeye tahammülü olmayan birtakım problemler var. Kim iktidarda olursa olsun, o sermaye sahipleri kim olursa olsun, tabii ki dinamik bir toplumsal muhalefet sayesinde, seçimi beklemeden o problemlerin birtakım sonuçlar doğurması gerekiyor. Programın revize edilmesi gerekiyor. Yanlış giden şeylerin düzeltilmesi gerekiyor. Yanlış işler yapanların görevlerden alınması gerekiyor. Bunu iş cinayetlerinde ve benzeri şeylerde de görüyoruz. Bunların üstüne bir de son uygulamada gördüğümüz gibi, zaten zayıf olan sendikal hakların en önemlisi olan grev hakkı Türkiye'de fiili olarak yok hükmünde. Yani diyelim ki sendika, üretimden gelen gücünü kullanarak bir baskı yaratmak için greve çıkıyor, ama bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle, milli güvenlik gerekçesiyle ya da herhangi bir nedenle erteleme ya da yasaklama gelerek, fiilen bu hakkın kullanılması imkânsız hâle getiriliyor.
Bu sadece son birkaç senenin, ‘’bu iktidar iyice hukuk dışına çıktı, artık iyice otoriterleşti’’ denilen zamanların işi değil. AKP iktidarının başından itibaren bu iş böyle yürüdü. Bundan sermaye de çok memnundu. Şimdi zaman zaman bu hükümetin, bu iktidarın hukuksuzluğundan şikâyetçi olan sermaye, grev erteleme konusundaki açık bir hukuksuzlukta hiç rahatsızlık beyan etmedi. Yani emek örgütlenmesine getirilen kısıtlamalar konusunda herhangi bir rahatsızlık dile getirmedi. Hatta hatırlarsın, Erdoğan'ın iş adamlarına yaptığı meşhur konuşma vardır: “Ya, daha ne istiyorsunuz? Sizin için her şeyi yapıyoruz.” Bu, iş cinayetlerinden tut, ücret iyileştirmelerine varıncaya kadar her alanda, her türlü sendikal örgütlülüğün kendi örgütlenme gücüyle, üretimden gelen gücüyle sonuç alabilmesini imkânsız kılan, ücret artacaksa, asgari ücret düzenlenecekse ya da ek bir fayda temin edilecekse, bunun ancak iktidardakilerin, hatta bir kişinin iki dudağı arasındaki bir lütfe bağlı olduğu bir emek düzeni, elbette ki toplumsal dinamiği, toplumsal muhalefetin yapısını da bozuyor. Açıkçası siyaseti de bir ayağı eksik ve başka rolleri de oynamak zorunda kalan ve genellikle de bu konuda son derece yetersiz olan… Çünkü asıl olarak eğer bir sınıf partisi söz konusu değilse, merkez partilerin çoğu, sınıfsal çıkarlar öncelikli iddialar, politikalar yürütmezler. Yürütmedikleri için de o çalışan kesimlerin kendini savunacak örgütlere ve örgütlenmelere ihtiyacı var. Bu her türlü toplumsal alan için böyle. Meslek örgütleri açısından da böyle, diğer sivil alanlar da böyle. Dolayısıyla toplumsal muhalefet dediğimiz şeyin hakikaten beklendiği gibi siyasal sonuçlar üretebilmesi için, kendi örgütlenmelerini, kendi gücünü başka biçimlerde de gösterebilmesi lazım. Tıpkı, daha önce sokağı siyasetin dışında sayan bir siyaset tarzı nasıl eksiktiyse, nasıl güdüktüyse, sadece mecliste ve seçimden seçime siyaset yapmak nasıl yetersizse, şimdi de çok dinamik hâle gelmiş olan toplumsal muhalefet, sadece Özgür Özel'in mitingleriyle kendini gösterebildiği bir toplumsal muhalefet dinamizmi de bir süre sonra güdük olmaya mahkûm. Çünkü sendikalar iş yapmayacak, insanlar, meslek örgütleri bir güç gösteremeyecek ya da itiraz ve muhalefet dinamikleri çeşitli alanlarda başka diller ve başka yöntemlerle yükselmeyecek, ama ana muhalefet partisi mitingler yapacak ve bunların hepsini o mitinglerde halledecek. Tabir yerindeyse oranın gazı orada halledilecek. Bu, sağlıklı bir şey değil. Dolayısıyla bu alanları, bu alanlardaki engelleri mesele eden, oralardaki diğer örgütlenmeleri ve diğer örgütlenmelerin muhalefet biçimlerine dair engel, yasak, kısıtlama ya da problemleri tartışmaya açması gerekiyor. Tabii ki öncelikle o kesimlerin kendi içinde de bu tartışmaların başlaması gerekir. Toplumsal muhalefet yükseliyor diyorsak, toplumsal muhalefet böyle yükselir.

Ruşen Çakır: Kemal, komisyon meselesinde CHP çok şaşırtmadı. Zaten baştan girecekti. Nitelikli çoğunluk talebini de yerine getirince girdi. Şu anda komisyona girmeyen bir İYİ Parti var, bir de Demokrat Parti. Zaten bir milletvekili var biliyorsun. Şu anda adı var, ama pazartesi günü girip girmeyeceklerini açıklayacaklarmış. Yani o milletvekili katılmayabilir. Onu o zaman bekleyeceğiz, ama onun dışında artık olay oluştu. Partilerin verdiği isimlere baktığım zaman, bayağı güçlü listeler gibi gördüm. MHP'de Feti Yıldız’dı, değil mi?
Kemal Can: Evet, Feti Yıldız.

Ruşen Çakır: O zaten bu olayın taşıyıcısı gibi. Bahçeli'den sonra öne çıkan isim.
Kemal Can: Hukuk ve yargı işlerine o bakıyor gibi bir durum var.

Ruşen Çakır: Evet. Bu sabahki yayında https://medyascope.tv/2025/08/01/rusen-cakir-yorumladi-beklenen-komisyon-kuruldu-ve-gozler-yine-chpnin-uzerinde/ da söyledim. DEM Parti’de Cengiz Çandar'ın olmaması biraz tuhafıma gitti. Belki de sürecin başka aşamalarında, başka yerlerde görev alacaktır, bilmiyorum. Ama onun dışında, Cumhuriyet Halk Partisi'nde de Sezgin Tanrıkulu, Türken Elçi gibi isimler var. Aynı zamanda, Okan Konuralp ve Oğuz Kaan Salıcı var. Muhaliflerin en önde gelen ismi. Onu da koymuşlar. HÜDA PAR doğrudan Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’yla katılıyor. TİP tahmin ettiğim gibi Ahmet Şık’la katılıyor. Sonuçta komisyon Numan Kurtulmuş'un yönetiminde çalışmaya başlayacak. Tabii öncelikle burada CHP en çok merak edilen parti oldu. Bunu daha önce de konuştuk. CHP'ye çok ciddi bir baskı yapıldı komisyona girmemesi için. Zafer Partisi'nin, İYİ Parti'nin talep çağrılarının çok önemli olduğunu düşünmüyorum, ama CHP'nin içinde gibi gözüken ya da CHP'li gibi gözüken, özellikle 19 Mart'ta CHP'ye açık destek veren birtakım kişiler, çok net bir şekilde bunu bir tuzak olarak tarif ettiler ve CHP'nin bu komisyonu meşrulaştırmamasını söylediler. Ama CHP onlara çok itibar etmedi. Şimdi yine sanki komisyon çalışmalarında bunun yumuşak karnı CHP olacak gibi gözüküyor.
Ama tabii komisyon neyi nasıl yapacak? Bugün Türkiye gazetesinde bu konuyla ilgili kapsamlı bir haber varmış ve benim daha önce duyduklarımla örtüşüyor. Burada öne çıkan husus şu: Komisyon esas olarak, silah bırakacak olan örgüt üyelerinin hukuki durumunu ve topluma entegrasyonu meselesini çalışacak. Çünkü var olan yasalarla olabilecek bir düzenleme değil. Dolayısıyla yeni yasalar önerecek, yasa çıkartmayacak. Bunu meclise havale edecek. Ama bildiğim kadarıyla, zaten İmralı'da yapılan görüşmelerde, devlet temsilcileriyle Öcalan, bir şekilde, birçok konularda mutabık kalmışlar anlaşılan. Şimdi o mutabık kalınan şeyler komisyona götürülecek ve komisyonda tartışmalar olacak. Tabii orada sorun çıkma potansiyeli çok yüksek ve sorunun özellikle CHP üzerinden çıkartılma potansiyeli de çok yüksek. Yani komisyonun varlığını istemeyenler, özellikle CHP, çok baskı yapacak.
Bir diğer husus komisyonun toplantılarının kapalı olması. Meclis Başkanı isterse birtakım tutanakların yayınlanması şeklinde. Ama benim anladığım kadarıyla, bu 48 kişilik, diyelim ki Demokrat Parti katılmadı, 47 kişilik komisyondan haber sızmaması mümkün değil. Tabii onlar bütün tutanakların yayınlanması şeklinde olmaz, ama büyük ölçüde neler tartışıldığını bir şekilde öğrenme imkânı olacak. Şimdi baktım, Tanju Özcan komisyon toplantılarının TRT'den canlı yayınlanmasını istemiş. Böyle bir komisyon toplantısının TRT'den canlı yayınlanması, o komisyonun daha kurulduğu andan itibaren bitmesi anlamına gelir. Ucuz bir popülizm yapıyorlar. Komisyonda canlı yayınlanacak konuşmalarla, kapalı komisyondaki konuşmaların aynı olması mümkün değil ve canlı yayınlanacak komisyondan bir şey çıkması da mümkün değil. Ama ‘’canlı yayınlansın, şu olsun, bu olsun’’ diyerek bunu bayağı bir felç etmeye de çalışacaklar.
Bir yandan da bu silah bırakma, fesih hikâyesinin altyapısının da oluşturulması gerekiyor. Yani bir şeylerin de yapılması gerekiyor. Tamam, bu süreç çok uzun sürecek, ama şimdi örgüt fesih kararı, silah bırakma kararı aldı. ‘’Bunu üç yıl sonra göreceğiz’’ dediğiniz zaman zaten her şey bitiyor. Dolayısıyla şimdi bir eşik aşıldı, ama şimdiki eşik daha bir zor olacak. Komisyondaki üyelerden DEM Parti’nin duruşu zaten belli. Yeniden Refah’ın bir üyesi var. Gelecek, DEVA ve Saadet Partisi’nin birer üyesi var. Komisyonda DEVA’dan Mehmet Emin Ekmen çok iyi bir seçim olmuş. Konuya çok hâkim birisi. Komisyon üzerinden, özellikle CHP üzerinden baktığımız zaman, oralardan arıza çıkartmak isteyecek olanlar yine CHP'yi kullanmaya çalışacaklar ve CHP'nin işi de hakikaten yine çok kolay olmayacak.
Kemal Can: Evet. Zaten bu iş başından itibaren CHP ile çok ilgiliydi. Şimdi şöyle bir kısa hatırlatma yapalım. Bu komisyon önerisi, tıpkı bu sürecin başlatanı olduğu gibi Bahçeli'nin ve aslında dolaylı olarak CHP'nin önerisi. Çünkü CHP, baştan itibaren, bu süreç başlamadan da Kürt meselesi ile ilgili çözüm adresinin Meclis olduğunu ve Mecliste bir komisyonun bunu görüşmesi gerektiğini dile getiren parti. Onun dışında, Erdoğan bu sürece ilişkin son derece nazlı davranırken, İmralı, İmralı'dan aldıkları havayla birlikte DEM Parti ve tabii ki Bahçeli’nin, bu komisyonun hızla kurulmasını, neredeyse silah yakma hadisesinden önce bile kurulmuş olmasını arzu eden bir baskı yaratmaya çalışmaları bu sürecin önemli aşamalarından biriydi. Ve hatırlarsan Erdoğan, “Anayasayı da konuşacağız zaten. Anayasa komisyonu da kurulur. Bunu sonbaharda yapalım” diye ileriye itmeye ve komisyondan biraz uzak durmaya çalışıyordu. Komisyonun kurulmasının ertelenmesi, Erdoğan'ın süreçle ilgili yaklaşımıyla bağlıydı. Ama Erdoğan daha sonra çeşitli nedenlerle, -bu nedenler üzerine fazla spekülasyon yapmayacağım-, çeşitli nedenlerle bu baskıya bir anlamda boyun eğdi ve komisyonun erken toplanmasına onay verdi. Ama bu onayı verirken, bu komisyon meselesinin, kendi dar ve kısa vadeli politik hesabına uydurulması hamlelerini de yerleştirerek yaptı.
Birincisi, komisyonun fonksiyonunu daralttı. Komisyonda sayısal sorunu çıkartabilecek bir terkip oluşturdu. Bir de, CHP'yi siyaseten tasfiye programının bir ayağı haline getirmek istedi bu komisyonu. Yani CHP'yi süreçten ve süreçle birlikte yeni siyasi gündemin dışına itmek, dışında kalmaya zorlamak, tabir yerindeyse, kendi belirlediği siyasi zeminde de tam kontrol sağlayıp, CHP'yi, diğer alanlarda olduğu gibi burada da dışarıya itmek gibi bir şeyi bu komisyon sayesinde yapabileceğini düşündü. Ve burada pek çok aktör, başta DEM olmak üzere, kısmen MHP bile, CHP'nin sürece dâhil olması gereğine işaret ettiler. Buna işaret ederken aslında CHP'ye ilişkin beklentilerinden ziyade, orada yalnız kalmamak, sürecin, tamamen Erdoğan'ın dar ve kısa vadeli programına dönüşmesini engellemek için, CHP'ye ihtiyaçları olduğunu gördüklerinden böyle davrandılar. Yani siyasetin gereğiydi bu. CHP de, Erdoğan tarafından sürecin dışına itilmek, bu sürecin kendi kısa vadeli programına dönüştürülmesi ve mümkünse bütün aktörlerin de Erdoğan'ın önceliklerine göre pozisyon almasına neden olabilecek bir pozisyonda kalmak istemedi. O yüzden de bence, kendi açısından tutarlı biçimde komisyona katılma kararı aldı.
Sen de kısaca özetledin itiraz edenler var, ama itiraz edenlerde tuhaf bir kokteyl olduğunu da görmek lazım. Yani itiraz edenlerin hepsini aynı biçimde tarif etmek zor. CHP'nin bu tutumunu kınayan ulusalcılar var ama, çok acayip liberal birtakım isimler de var. CHP'nin içerisinde tek bir kanat değil, çok farklı kanatlar var. Burada da ben açıkçası Erdoğan'ın, mümkünse CHP'yi dışarıya itme konusunda, çoğu haklı olan kaygılar yüzünden, CHP'nin, komisyonun ve sürecin dışında kalması arzusunda olduğunu düşünüyorum. Ama CHP çevresinde yaşanan tartışmalarda, meselenin bu kadar siyasi olarak büyütülmesinin, ihanet ve benzeri çok yüksek kavramlarla gündeme gelmesinin arkasında, daha önce de gördüğümüz gibi, 2022'de 2023'te 2024 sonrasında gördüğümüz gibi, aslında ‘’kimin borusu ötecek?’’ tartışması olduğunu, yani biraz gücünün üstünde gürültü çıkartabilen çevrelerin, kendi dediğini yaptırma gücünü test ettiği bir alan gibi gördüklerini, o yüzden de konunun çok abartıldığını ve büyüdüğünü görüyorum.
Sen biraz tarif ettin, Özgür Özel de birkaç gündür anlatmaya çalışıyor. Bir kere bu komisyon, tabir yerindeyse, ‘’dediği yerde han kurulan,’’ ne derse olan ve bütün Türkiye'nin rejimini, bütün yakın geleceğini belirleyecek kararları alacak ve orada da Erdoğan'ın, zaten ayarlanmış bir çoğunlukla her şeyini dedirteceği, kabul ettireceği, CHP'nin de orada bulunmakla meşruiyet kazandıracağı bir tür sultanlık meclisiymiş gibi sunuldu. Bir kere, Meclis böyle bir fonksiyon içermiyor. Yani kanun yapma yetkisi yok, kanunla kurulmuş bir komisyon değil. Bunların hepsi bir kenara, komisyondan çıkacak kararların bağlayıcılığı meselesi, Mecliste herhangi bir yasanın ya da herhangi bir anayasa değişikliğinin işleme prosedürünü değiştiren bir durum ortaya çıkartmıyor. Nasıl olacaksa yine öyle olacak. Ama burada en temel tartışma bu meşruiyet meselesi: ‘’CHP bu komisyona katılarak iktidarın yapacaklarına meşruiyet sağlıyor’’ deniyor ya, ilk görüldüğünde, bunun makul görülebilir, haklı olduğu düşünülebilecek tarafları var sahiden. Bir oluşumun, herhangi bir organizasyonun içerisinde yer aldığınızda, o organizasyonun yapabilecekleriyle ilgili bir pozitif değerlendirmeniz olduğu varsayılır. Dolayısıyla bu ne kadar meşruiyet sağlarsa o kadar meşruiyet sağlar. Ama burada bir tutarlılığa ihtiyaç var. Meclisteki herhangi bir komisyondan çekilmesini beklemediğiniz CHP'nin neden bu komisyonda yer alması iktidara meşruiyet kazandırmış oluyor? Yani eğer iktidara meşruiyet kazandırmak, iktidarın hukuki adımlarına meşruiyet kazandırmaksa, bundan bir süre önce çıkan çevre yasası, bundan bir süre önce çıkan hayvan itlafı ile ilgili düzenlemeler, imarla ilgili düzenlemeler ya da başka bir şey. O komisyonlarda CHP'nin yer alması ne kadar meşruiyet kazandırıyorsa ya da orada yaptıkları itiraz ne kadar muhalefet sayılıyorsa, burada da aynı şey geçerli. Yani şöyle bir şeyi diyenler için bir tutarlılıktan bahsedebiliriz: ‘’CHP meclisten çekilsin. Çünkü artık birtakım zeminlerde bu iktidarla birlikte olmak ona meşruiyet kazandırıyor. Biz sine-i millete dönelim, o da kendi başına kalsın.’’ Tutarlı bir siyasi mesele. Olur ya da olmaz, makul değil ayrı bir şey, ama tutarlı. Fakat bunu söyleyenlerin çok büyük bölümü böyle bir şey söylemiyor. ‘’Bu komisyonda yer almasın’’ diyor.
Mesela, yakın bir zaman önce çıkan çok sorunlu bir yasanın görüşüldüğü komisyondan çekilme talebinde bulunmamışlar. O yasayı çıkartırken meşruiyet kazandırdığını düşünmemişler, ama bu komisyonla ilgili böyle düşünüyorlar. Öyleyse bu komisyonla ilgili bir problem var. O zaman, bu komisyonun neyle ilişkilendirildiği ile ilgili bir pozisyon. Çünkü asıl olarak söylemeye çalıştıkları şey, ‘’sürece itiraz edin, sürecin yanına bile yaklaşmayın, uzakta durun.’’ Komisyonda yer almayın talebinin arkasında bu var. Ama CHP daha önce sürece pozitif yaklaştığını söylemiş. O zaman bunun itirazını yapmamışlar. Niye şimdi oluyor bu? Çünkü Erdoğan'ın operasyonuyla birlikte, CHP'nin, hangi denklemin içerisinde ve kimlerle birlikte dâhil olacağı konusunda hâlâ tamamlanmamış bir mücadele var. Özgür Özel daha bir gün önce katıldığı bir televizyon programın da kendisine tam da Erdoğan'ın söylediği şey soruldu: “Şer ittifakı, üçü birlikteler. Siz nasıl orada yer alıyorsunuz?” Özgür Özel de haklı olarak, “Siz Erdoğan söylediği için neden böyle bir üçlü tarif ediyorsunuz? Neden siyaseti Erdoğan'ın tarif ettiği hattın arkasında kuruyorsunuz? O hattın arkasında kurduğunuzda, üçlü şer ittifakı bir tarafta, bizim de öbür tarafta olmamız lazım iddiasını ortaya atabilirsiniz. Ama bu Erdoğan'ın tezi.’’ CHP ve Özgür Özel, hem süreçten ve siyasetten dışlanma, CHP'nin dışlanması hamlesine bir direnç olarak gördü hem de DEM ve dolayısıyla Kürt seçmenin önemli bir bölümünü hattın öbür tarafında Erdoğan'a terk ederek, çekilmeyi doğru bulmadığını gösterdi.

Ruşen Çakır: Aynı zamanda CHP'nin bir şekilde MHP'ye ve Bahçeli'ye yönelik birtakım beklentileri de var.
Kemal Can: Tabii, tabii. Onlar spekülasyon olduğu için rezerv olarak koyuyorum bir kenara.

Ruşen Çakır: Spekülasyon da, sonuç olarak mesela benim Ekrem İmamoğlu’yla yaptığım röportajda https://medyascope.tv/2025/07/24/ekrem-imamoglu-medyascopea-konustu/ kendisi açık açık söyledi. Daha ne söylesin yani? Sonuç olarak, Erdoğan'ı bir kenara koyup Bahçeli'yi muhatap alabiliyor Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel de bunu yapabiliyor. Yani bu, onlara angaje olmuşlar anlamında değil. Ama pekâlâ orada komisyonun içerisinde yeni birtakım saflaşmalar olabilir. Böyle bir ihtimali yabana atmamak lazım.
Kemal Can: Kuşkusuz. Çünkü mesela sen ‘’yumuşak karnı CHP’’ dedin ya, aynı zamanda yumuşak karnı olmanın dışında, orada bu yumuşak karın muamelesinin yarattığı bir avantaj olacak CHP açısından. Şimdi ‘’oradan çıkacak kararlarla ilgili sorumluluk, iktidar tarafından CHP'nin üstüne atılacak’’ deniliyor, ama tersi de mümkün. Yani orada alınmayan birtakım kararlar ya da itirazlarla ilgili mesele açısından, CHP'nin de tartışmaya açabileceği, diğer aktörleri de tartışmaya dâhil edeceği bir zemin de mümkün. Hatta galiba Özgür Özel de geçen gün biraz bunu ima ederek, “Bizim bulunmadığımız yerlerden korkun. Bulunduğumuz yerde biz etkili olabiliriz. Eskisi gibi siyaset yapmıyoruz” anlamında bir şey de söylüyor.
Bir de şunu işaret etmek lazım: Mesela ben normalleşme sürecine çok itiraz etmiş biriyim; yayınlarda da var, yazılarımda da var. Ama bunun normalleşmeden farkı şu: Normalleşmede, siz dışarı itildiğiniz bir alanda kalmaya çalışmıyorsunuz. Birisinin, diğer aktörleri dışarıda bırakarak, birisiyle doğrudan ve ikili temasla, bir pazarlık ya da uzlaşmayla sonuç alınabileceği gibi düşük bir siyasete çekiliyorsunuz. Burada ise, tabii eğer Özgür Özel komisyonda dediğini yapacaksa, tam tersine, pasif bir pozisyonda değil, sizin dışında kalmanız beklenen, dışında kalmanız istenen bir şeye dâhil olup aktif davranmayı öneriyorsunuz. Dolayısıyla şimdi bunu yapar yapmaz, yapabilir yapamaz, o ayrı bir tartışma. Ama niyet olarak yaklaşımın bu olması, bence tutarlı. Süreci destekliyorsanız, süreci desteklediğinizi açıklamışsanız, ‘’bunun yeri Meclistir’’ demişseniz, o zaman bunun tutarlı sonucu olarak, itiraz edeceğiniz noktalar olacaksa, ya bütününe ilişkin ya da parça parça getirilecek düzenlemelere ilişkin itirazınız olacaksa, bunu aktif olarak o açılan alanda yapmanız çok daha anlamlı. Çünkü bu meşruiyet kazandırma riskinden çok söz ediliyor, ama aynı zamanda bazı şeylerin, senin o kapalı oturum, açık oturum meselesi açısından baktığında, ifşa edilmesi, tartışılır hâle gelmesi, görünür hâle gelmesi, hatta belki de diğer aktörler açısından da sorunlu hâle gelmesi; yani CHP'nin olmadığı bir komisyonda, tek kalmış bazı partilerin gireceği sıkıntıyla, CHP'nin bulunduğu bir komisyonda pazarlık şansı kullanabilmeleri arasında bir fark var. Ben bu açıdan Yenikapı’ya ya da normalleşme sürecine benzetilmesini de niteliksel olarak çok doğru bulmuyorum.

Ruşen Çakır: Kemal, burada noktayı koyalım. Bakalım haftaya komisyon nasıl siftah edecek. İlginç olacak, orası kesin. Tartışmalı olacak orası da kesin. Ama kritik bir görevi var komisyonun. Eğer o görevi başaramazsa, oradan bir şey çıkmıyorsa, zaten süreçten de bir şey çıkmayacak anlamına gelir. Ve sonra ne olacağını da hakikaten Allah bilir. Öyle diyelim. Evet, ‘Haftaya Bakış’ı burada noktalıyoruz. İzleyicilerimize çok teşekkür ediyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İyi günler.
Kemal Can: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
10.08.2025 Berrin Sönmez’in kişisel başörtüsü protestosunun toplumsal anlamı
09.08.2025 Bugün Gazze için ne yaptın?
08.08.2025 Özgür Özel iktidarın surlarında gedikler açmaya çalışıyor
07.08.2025 Öcalan’ın istediği “Demokratik Suriye Birliği” ne derece gerçekçi?
06.08.2025 Kürtlerin onuru, Türklerin gururu
05.08.2025 Bereket üniversite diplomam yok!
05.08.2025 Merdan Yanardağ ''Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz'' bildirisini neden imzaladığını anlatıyor
04.08.2025 Orhan Bursalı değerlendirdi: CHP komisyonda ne yapmalı?
04.08.2025 CHP şaşırtmaya devam ediyor
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı